9 Şubat 2009 Pazartesi

UZAKLARDAN GELEN SELAM


insanlığın gözlerini kapatıp dramı görmezden geldiği günlerde uzak diyarlardan bir resam ve öğretmen olan Ben Heine Belçika'dan Gazze'ye bir selam mahiyetinde bu fotoğraflara yanınızdayım mesajı veriyordu.
bu öyle bir mesajdı ki hemen internet ortamında yayılıyor İsrail'in yıkmaya çalıştığı tüm insani duyguları herekete geçirmeye çalışıyordu. Başarıyordu da
Bundan sonra ne böyle savaşlar olsun ne de böyle karikatürler çizilsin diyoruz. Vesselam

8 Şubat 2009 Pazar

YAZININ İNSAFI

İnsan çoğu şeyin insafsızlığından dem vurabilir, hiç beklemediği bir eylem çok güvendiği biri tarafından kendisine karşı işlenebilir. Hatta bunun sıralanmış örneklerini ağzını yoklayacağımız yakınımızdaki çoğu kişiden duyabiliriz. Kıyımızdan köşemizden bize “teğet” geçen bir kısım insafsızlıkları hatırlamaya çalışrak zihnimizin o pek kullanamadığımız kısımlarını harekete geçirerek yazalım bu yazıyı hep beraber.
Ne olmuştu aslında, kim nasıl ve hangi makul gerekçelerle bir insafa ihanet edebiliyordu ki? Burda bizim payımıza düşen neydi? Biz bu insafsızlığın ortaya çıkmasında ne kadarlık bir pay sahibiydik? Yani biz çok mu masumduk aslında?
Çoğaltılabilecek daha nice sorular sorabiliriz. Çarenin bu olup olmadığını da bilmiyorum üstelik. Ama yazmaya ve bir insafa ihanetin bedelinin ne olduğunu ya da ne olması gerektiğini anlamaya çalışacağım. Başarılı olur muyum, olmaz mıyım bilemiyorum ama içimden sesi alçak çıkan bir dürtü bunun cevaplarının daha çok soru sormaktan geçtiğini ifade etmeye çalışıyor bana. O sesi dinleyip dinlememekte de kararsızım ya.
Ne zamandır insaf kelimesini “vicdan” kelimesini olmadan kullanılmadığını farkettim. Bu bir yandan sevindirici bir şey gibi geldi bana. Bu durumda insafsızlık hali ve eyleminin gerçekleşmesi daha zorlaşabilir ve ikili ilişkilerin hasara uğrama oranı da azalır diye ümitlendim bir süre. Bir süre diyorum çünkü bazen körleşen insan bu güzide ve nadide iki kavramı tek kalemde silip akıllarıyla değil de duygularıyla hereket edebilmektedir. Bu durumda kaybettiğimiz ve yasını tuttuğumuz “acı” sayısı ikiye çıkıyor. Bu ayrı bir insafsızlık belki de içinde hiçbir vicdan kalıntısı barındırmayan.
Bütün bunların içinde herşeye hazır ve ses çıkarmayan bir şey duruyor karşımızda. -Bu “karşımızda” tabirini bilgisayarın monitörü yerine mi yoksa bir defterin beyaz bir sayfası yerine mi kullandığımdan emin değilim- Hangisi olursa olsun, kendini tüm masunluğu ve iyi niyetiyle senin ellerine- parmaklarına mı demeliydim- bırakan yazı hala kullanılmayı ve anlaşılmayı bekliyor gibi bir hal içinde durmaktadır. Evimizin bulunduğu sokakta evin girişindeki kapıda bekleyen mahallenin delileri gibi belki de. bu deli kesinlikle bir hastalık anlamında anlaşılmamalı. Sürekli korkulan ve sırf bu yüzden de yanaşılmayan bir “kavram” olarak düşünülmeli diyerek kullandım bunu. Bir dinlesek, bir anlamaya çalışsak, biz modernlerin o herşeyi bilir gibi bir gururla yürüyen bizlerin burnunu süreteceği ne çok şeyi vardır kim bilir
Hallerini sormadığımız ya da sorulacak bir halleri olduğuna inanmadığımız bu durumları vicdan ve insaf ölçülerimizle nasıl açıklayacağığ bilemiyorum. Allah’ım sen bu iki kavramı hakkıyla kullanan ve bunu amelimizde gereği gibi kullanmayı nasip et. Amin…

7 Şubat 2009 Cumartesi

GENÇTİ VE DE RADİKAL…

GENÇTİ VE DE RADİKAL…


Radikal iki’yi lise yılarımda fırsat buldukça alır ve okur, acaba bir gün bu “gençler” sayfasında ben de yazı yazabilir miyim diye düşünürdüm. O zaman bu kadar kelime nasıl bir araya getirilir? Bu kadar uzun yazmak şart mı? Ben de böyle uzun ve konuyu dağıtmadan yazıyı bitirebilecek miyim diye sormadan da edemezdim. Edebiyat derslerindeki kompozisyonlardan öğrendiğimiz klasik “giriş-gelişme-sonuç” (ya da serim-düğüm-çözüm) formülüyle üstesinden gelmeye çalışacaktık herhalde bu işin. Okulda öğrendiklerimizin karşılığını vermenin vakti gelmişti herhalde. Bunlar zihni bir süre meşgul etti ama bir yere kadar.

…VE RADİKAL GENÇ DOĞUYOR

O zamanlar radikal ikide (galiba yedinci sayfaydı) gençlere haftada iki ya da üç yazılık yer ayrılıyor ve burada ülkedeki gençlere seslerini çıkarabildikleri tek alandan kendilerini ifade etme imkânı tanınıyordu. Bu, gönderilen yazılar arasından yayınlanacak yazıyı seçme açısından elbette ki zorluklar çıkaracaktı ve bir süre sonra gönderdiği yazıların yayınlanmadığını görenler ise artık yazı göndermekten vazgeçecekti. İşte böyle bir dönemde ülkede henüz ekonomik kriz sözleri telaffuz edilmemiş ve “görece” bir demokratik ortam varken bu gençlere daha çok ve sadece kendilerine ait bir alan oluşturma fikri doğdu. Bu duyuruyu o zaman 2005’te ilk gördüğümde lise yıllarındaki hayallerime daha bir yaklaştığımı düşündüm. Nitekim gönderdiğim ilk birkaç yazı yayınlanmadı ama pes etmeye niyetim yoktu ve yazıları göndermeye devam ettim. Nihayet ilkyazı(m) yayınlandığında, bunu arkadaşlara nasıl haber verdiğimi düşünüp hala kendime şaşırdığım çok olmuştur. Dört bin karakteri geçmeyen ve yirmi altı yaşından küçük herkesin yazabileceğini giriş yazısında kaç kez okuduğumu hatırlamıyorum. Bu, yazmaya hevesli çok kişinin varlığına bir işaretti ayrıca gençlerin bu dergiyi ayakta tutma çabalarının göstergesiydi. Yazılar en son, radikal genç’in çıkacağı Salı gününden önceki Perşembe gününe kadar yollanabiliyor bu da kimi zaman (ülkenin malum halinden dolayı) gündeme uzak bir izlenim verebiliyordu. Ama zaten bu ek, herkesin çevresinde olup bitenleri paylaşması fikri üzerine çıkarılacaktı bir bakıma. Aynen öyle de oldu. Nusaybin’deki ilköğretim öğrencilerinin çalışmaları da vardı yerel bir tiyatronu gösterileri de. Kitap tanıtımları, müzik grupları ve ülke siyaseti dâhil; gençler hemen hemen her alanda sözlerini esirgemediler ve bu hal tam tamına altmış altı sayı devam etti. Taki Nazan Özcan 13 Kasım’da posta kutumuza “önemli duyuru” başlıklı bir e- posta atana kadar.

E- postada haklı olarak beraber güzel günler geçirdiğimizi, radikal genç sayesinde bazıların iş bulduğunu, bazıların ise evlendiğini yazıyordu. Ama ne olursa olsun yazmaya devam etmemizi tavsiye ediyor ve ilerde tekrar böyle bir denemenin gerçekleşebilme ihtimalinden bahsediyordu. Gerçekten radikal genç o anlamda bir sürü gence yazma alışkanlığı kazandırmakla kolay kolay başarılamayacak bir şeyi yaptı. Buraya yazı gönderenlerin bir kısmı daha önce de yazıyla hemhal olan insanlardı belki ama bu konuda cesaretlenmeyi bekleyen birinin yazısını böyle bir ekte görmesinin onu nasıl şevklendirdiğini tahmin edersiniz sanırım.

Altmış altı sayı çıkabilen radikal genç, ismi gibi “genç” bir şekilde aramızdan ayrıldı. Daha sonra da radikal iki’de, radikal genç’in macerası ve “başarabildikleriyle” ilgili yazılar yayınlanabilir. Belki üzerine araştırma da yapılabilir. Çünkü bir sayıda, bir üniversite hocasının öğrencilerine ödev olarak radikal genç’te yazılarının yayınlanmasını verdiğini hatırlıyorum. Bundan sonra tek isteğimiz eskisi gibi radikal iki’de kendimizi ifade ettiğimiz “gençler” sayfasının tekrar açılması ve (zar zor kazandığımız) yeteneklerimizin körelmemesi. Daha yazılacak çok şey var çünkü. Açın gençlerin önünü(yoksa Türkiye mi diyecektim)…

ÖDÜL KONUŞMASI NASIL YAPILIR?

ÖDÜL KONUŞMASI NASIL YAPILIR?
Bir yazarın büyüklüğü, riski göze alması ve bir sözü her yerde söyleyebilme yeteneği ve kararlığıyla doğru orantılı olsa gerek. Bunu usta yazar Yaşar Kemal’in cumhurbaşkanlığı kültür sanat büyük ödülü’nü alırken yaptığı konuşmada daha bariz bir şekilde gördük. Bu ve benzeri bir konuşmaya Kemal’i bir nebze de olsa takip eden kişiler aşinadır. İlk başta bir fırtına koparma potansiyelini içinde barındıran bu konuşma üzerine çok şey yazıp çizilecek diye bekledik. Ama bir iki gazetenin sonraki günkü sayılarına manşet olmaktan öteye gidemedi. Konuşmanın metnini bir yerlerden bulup okuyabilirsiniz ama konuşmada benim üzerinde durmak istediğim özellikle bir cümle var: “Ben hiçbir zaman karamsar olmadım. Beni okuyanlar da karamsar olmasınlar.”
Bahsettiğimiz Yaşar Kemal, seksen iki yaşında ve vakt-i zamanında evi basılmış roman nüshaları elinden alınmış, cezaevlerine girmiş, düşüncelerinden dolayı bazı çevrelerin tepkisini çekmiş ve bütün bunlara rağmen karamsar olmadığından bahseden biri. Kimilerine fazla iyi niyetli bir cümle gibi gelebilir. Belki de gerçekleşmesini istediği hayallerinin ve özlemini çektiği ülkenin sahip olması gereken özellikleriydi bunlar. Her ne amaçla söylenmiş olursa olsun ama şu an içinde bulunduğumuz süreçte gençlerin içinde bulunduğu umutsuzluk, ümitsizlik ve karamsarlık kuyusunda olma durumu göz ününe alındığında çok anlamlı hale gelen sözler bunlar. Bu sitenin de gerçekleşmesini istediği ve kendisine hedef diye belirlediği şey de gecenin en karanlık kısmının güneşin doğmasına yakın olan zaman olduğunu ısrarla hatırlatmak istemesi olsa gerek. Karşımızda ısrarla ayakta durmaya çalışan(gerçi ödül konuşmasını oturarak yaptı ama) ve umut aşılayan örnekler var. Ah bir görebilsek
gece,
kimsesizlik, çereyi klavyelerin ıssız barınaklarında aramak,
nerden karşılaştığımı
ve bulaştığımı
bilmeden
bir blog'un insafına sığınma isteği
sonrası yok olsa da
direnmeye ve yazmaya
adanan bir
ağıt
olacak
çoğu
şey
her kes
öldüğü yaştadır
hal