İnsan çoğu şeyin insafsızlığından dem vurabilir, hiç beklemediği bir eylem çok güvendiği biri tarafından kendisine karşı işlenebilir. Hatta bunun sıralanmış örneklerini ağzını yoklayacağımız yakınımızdaki çoğu kişiden duyabiliriz. Kıyımızdan köşemizden bize “teğet” geçen bir kısım insafsızlıkları hatırlamaya çalışrak zihnimizin o pek kullanamadığımız kısımlarını harekete geçirerek yazalım bu yazıyı hep beraber.
Ne olmuştu aslında, kim nasıl ve hangi makul gerekçelerle bir insafa ihanet edebiliyordu ki? Burda bizim payımıza düşen neydi? Biz bu insafsızlığın ortaya çıkmasında ne kadarlık bir pay sahibiydik? Yani biz çok mu masumduk aslında?
Çoğaltılabilecek daha nice sorular sorabiliriz. Çarenin bu olup olmadığını da bilmiyorum üstelik. Ama yazmaya ve bir insafa ihanetin bedelinin ne olduğunu ya da ne olması gerektiğini anlamaya çalışacağım. Başarılı olur muyum, olmaz mıyım bilemiyorum ama içimden sesi alçak çıkan bir dürtü bunun cevaplarının daha çok soru sormaktan geçtiğini ifade etmeye çalışıyor bana. O sesi dinleyip dinlememekte de kararsızım ya.
Ne zamandır insaf kelimesini “vicdan” kelimesini olmadan kullanılmadığını farkettim. Bu bir yandan sevindirici bir şey gibi geldi bana. Bu durumda insafsızlık hali ve eyleminin gerçekleşmesi daha zorlaşabilir ve ikili ilişkilerin hasara uğrama oranı da azalır diye ümitlendim bir süre. Bir süre diyorum çünkü bazen körleşen insan bu güzide ve nadide iki kavramı tek kalemde silip akıllarıyla değil de duygularıyla hereket edebilmektedir. Bu durumda kaybettiğimiz ve yasını tuttuğumuz “acı” sayısı ikiye çıkıyor. Bu ayrı bir insafsızlık belki de içinde hiçbir vicdan kalıntısı barındırmayan.
Bütün bunların içinde herşeye hazır ve ses çıkarmayan bir şey duruyor karşımızda. -Bu “karşımızda” tabirini bilgisayarın monitörü yerine mi yoksa bir defterin beyaz bir sayfası yerine mi kullandığımdan emin değilim- Hangisi olursa olsun, kendini tüm masunluğu ve iyi niyetiyle senin ellerine- parmaklarına mı demeliydim- bırakan yazı hala kullanılmayı ve anlaşılmayı bekliyor gibi bir hal içinde durmaktadır. Evimizin bulunduğu sokakta evin girişindeki kapıda bekleyen mahallenin delileri gibi belki de. bu deli kesinlikle bir hastalık anlamında anlaşılmamalı. Sürekli korkulan ve sırf bu yüzden de yanaşılmayan bir “kavram” olarak düşünülmeli diyerek kullandım bunu. Bir dinlesek, bir anlamaya çalışsak, biz modernlerin o herşeyi bilir gibi bir gururla yürüyen bizlerin burnunu süreteceği ne çok şeyi vardır kim bilir
Hallerini sormadığımız ya da sorulacak bir halleri olduğuna inanmadığımız bu durumları vicdan ve insaf ölçülerimizle nasıl açıklayacağığ bilemiyorum. Allah’ım sen bu iki kavramı hakkıyla kullanan ve bunu amelimizde gereği gibi kullanmayı nasip et. Amin…